‘Vasıflı
müslümanlığın gerekliliği; bilgi, aksiyon ve estetiktir’
- Osmanlı millî bir devlet değildi, bir cihan
devletiydi, bir barıştı (pax). Arnold Toynbee “Tarih Üzerine Bir Etüt” adlı
büyük eserinin Ispartalılar bölümünde “Eflâtun’un ideal Cumhuriyet’ine realitede
(uygulamada) en fazla yaklaşan sistem Osmanlı devletidir” demektedir. Osmanlı
devleti Kur’an ve Sünnet temelleri ve hükümleri üzerine kurulmuş olup insan ve
yeryüzü boyutlarına uygun bir sanat geliştirmiştir. Mimarlıkta, şehircilikte,
giyim kuşamda, serpuşta, hatta, tezyinî sanatlarda, musikide sanatın her dalında
en yükseğe çıkmıştır. İslam’a bağlı olduğu için daha ziyade non figüratif
sanatlara ağırlık vermiştir. Osmanlıdan günümüze kalan camiler, insanoğlunun
yapı ve mimarlık sanatında ulaşabileceği en yüksek sanat zirveleridir.
Bu yüksekliğin, bu mükemmeliyetin sebepleri bence şunlardır:
A) Hak ve doğru din ve nizam olan İslam’a bağlı olması, onun
hükümlerini uygulaması. Kur’anî ve Nebevî hikmetin ışığında hareket etmesi.
B) İnsanı ve onun mekânı olan dünya boyutlarını ölçü olarak
kabul etmesi.
- Müslümanlar yeryüzünde Allah’ın şâhitleridir; bu
şâhitliğin gerektirdiği bir takım temel ve zarurî şartlara sahip olmaları
gerekir.Bunları özetle sıralıyorum:
A) Bilgi, kültür, ilim, irfan boyutu yüksek olacak.
B) Aksiyon, ahlak, fazilet, eylem boyutu da yüksek ve
yeterli olacak.
C) Sanat, estetik, güzellik boyutuna sahip olacak.
Maalesef Müslümanlar, tarihî ârızalar ve kazalar dolayısıyla
şehirli ve medenî bir zümre olmaktan çıkmış, bedevîleşmiştir. Bedevîliği tabiî
ki, sosyolojik mânada kullanıyorum. İslam bir medeniyet dinidir, bir büyük
şehir/metropol dinidir. Kırsal kesim, taşra, varoş, gecekondu, göçebe kültür ve
zihniyetiyle İslam temsil edilemez, islamî hizmet ve faaliyet yapılamaz. Bütün
Müslümanların yüksek kültürlü, vasıflı, ehliyetli olması gerekmez ama onların
içinde yeterli sayıda böyle eleman yetişmiş olması ve hizmetleri, temsilciliği
onların yapması gerekir. İslam elbette bedevîlerin ve kırsal kesim
mensuplarının da dinidir ama İslam bedevî dini, kırsal kesim dini
değildir.Soruyorum: Göçebeler mimarlık eseri verebilirler mi? Elbette
veremezler, çünkü onlar devamlı olarak bir yerde ikamet etmezler, çadırlarda
yaşarlar, bir müddet bir yerde otururlar, sonra çadırlarını söker başka yere
giderler. İnsanların devamlı oturdukları köylerde büyük mimarlık anıtları olmaz.
Böyle şeyler metropollerde, büyük şehirlerde, nüfusu az da olsa medeniyet, ilim,
irfan, kültür ve sanat merkezlerinde bulunur, meydana gelir. Müslümanlar bilgi,
aksiyon ve estetik bakımından güçlenmek, ilerlemek, üstün olmak, eski
parlaklıklarına tekrar kavuşmak istiyorlarsa var güçleriyle yeterli sayıda
vasıflı ve medenî Müslüman yetiştirmelidir. Önemli olan kelle sayısı, kemmiyet,
nüfus çokluğu değil, keyfiyettir, vasıf yüksekliğidir.
- İnsan kişiliğinin, fert veya toplum olsun, mutlaka üç
temel boyutu bulunmaktadır: Bilgi ve inanç boyutu, aksiyon ve ahlak boyutu;
estetik, sanat ve güzellik boyutu. Bunların biriyle, yahut ikisiyle kurtuluş
ve yükseliş olmaz. İlle de üçü birden gereken seviyede olacaktır. Tabiî ki, bu
söylediğim idareci, yüksek tabaka, temsilci, çoban, rehber zümresi içindir, avam
takımı için değildir. Temsilci bir Müslüman düşünelim, bilgisi ve tahsili
yeterli, fakat ahlakı bozuk; bu adamdan bir hayır gelmez, o hizmet edemez.
Diyelim ki, hem bilgisi var hem de ahlakı güzel, fakat estetik ve sanat boyutu
güdük ve yetersiz. Bu ikinci adam da istenilen hizmeti veremez. Müslümanların
bütün imkanlarını seferber ederek, her üç boyutta da güçlü ve yeterli olan
temsilciler, hizmetkârlar, elemanlar yetiştirmesi gerekir.
Son kırk yılda bu ülkede kırk bin cami inşa edildi ama benim
tavsif ettiğim mânada kaç mükemmel, güçlü, vasıflı, üstün Müslüman yetiştirildi?
Vasıflı, güçlü, üstün Müslüman kimdir? Bu konuyu açmak için yüzlerce sayfalık
ciddî kitaplar yazılması gerekir. Yetersiz ve vasıfsız kimselerin İslam
temsilciliğine soyunmalarından daha büyük bir felaket olamaz. Bugünkü
gerilikten, zilletten, esaretten kurtulmak için, az sayıda da olsa, çağdaş
seviyede genel kültüre, yüksek seviyede İslam kültürüne, şehir ve medeniyet
görgüsüne sahip son derece mürüvvetli, faziletli, ihlâslı, ahlaklı örnek
Müslümanlar yetiştirecek eğitim müesseseleri, üniversiteler, hocalar yoktur.
Birkaç istisna kuralı bozmaz. Paralel ve alternatif bir eğitim sistemi kurmak
gerekir. İstidatlı gençleri seçerek, ileride bin kişiye, bir milyon kişiye bedel
ve denk olacak bilgi, ahlak ve sanat kahramanları olarak yetişmelerini sağlamak
gerekir. Bin tane tekir kedi yetiştireceğimize bir Bengal kaplanı yetiştirmemiz
yeğdir. Bu işi yapacak üstadlar, eğitimciler, rehberler, mürşitler var mıdır?
İslam dünyasında bu devirde Halid-i Bağdadiler, ondan icazet ve hilafet almış
İmam Şamiller, Emir Abdülkadirler mevcut mudur? Bir buçuk milyarlık İslam
âleminde bir Selahaddin Eyyubî çapında kimse bulunuyor mu? Devrin Gazalîleri,
Şa’ranileri nerede? Bir Mimar Sinan’ımız var mı? Muhyiddin Arabî, Mevlânâ,
Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî gibi büyüklere sahip miyiz? Maalesef
Müslümanlar sayıca artıp duruyor, fakat keyfiyetçe aynı artış ve yükseliş
görülmüyor. Bizde akıl, fikir, iz’an, idrak, firaset, fetanet olsa güçlü, üstün,
vasıflı bir tek Müslüman yetiştirmek için yüz tirilyon, hattâ daha fazla masraf
yaparız. Ne yazık ki, binalara haddinden fazla yatırım yapan Müslümanlar adam
yetiştirmek için gerektiği gibi çalışmıyor.
- Tenkitlerinizin yıkıcı olabileceğini düşünüyor
musunuz?
- Tenkit etmiyorum, uyarıyorum. Yıkıcı değil, yapıcı
teklifler ileri sürüyorum. Peygamberimiz “Övücülerin suratlarına toprak
saçınız.” buyurmuşlardır. Sadece kuru kuruya tenkit etmiyorum, çareler ve
çözümler teklif ediyorum. Aslında Müslümanları uyarmak vazifesi ve işi bana
düşmez. Lakin nizamî medreselerden yetişip icâzet almış ulema kalmadı; tasavvuf
yolunda yetişmiş kimseler de yok denecek kadar azaldı. Yapılması farz olan
uyarıları yapmak benim gibi kimselere kaldı. Zaten siz istediğiniz kadar feryat
edin, uyarmaya çalışın, dinleyen yok denecek kadar azdır. Belki birkaç genç
okur, mütenebbih olur ümidiyle yazıyorum.
Madde madde belirteyim:
A) İstidatları varsa, Şeriata aykırı olmayan bir sanat
öğrensinler. Hat, tezhib, ebru, çinicilik, seramik ve toprak, ağaç işleme, takı
ve tesbih, el yapımı kağıtçılık, kağıt boyama ve aherleme, sedef kakmacılığı,
maden işleme sanatları, kumaş boyama, el dokuması kıymetli kumaşlar, nakkaşlık,
sanat kıymeti olan takke, arakiye, serpuş, İslamî giyim kuşam tasarımı gibi.
Bizde eskiden iki yüz kadar geleneksel sanat ve zenaat vardı. Bunların büyük
kısmı öldü, unutuldu. Mutlaka canlandırılmaları gerekir.B) Vasıflı Müslüman
olmak isteyen her Türkiyeli genç mutlaka ve mutlaka zengin, edebi, yazılı
Türkçe’yi, yani Osmanlıca’yı iyi derecede öğrenmekle mükelleftir. Osmanlıca
bilmeden köylü, bakkal, işportacı, kasap, esnaf olunabilir ama münevver, yüksek
tabaka mensubu, kültürlü olunamaz. Yeterli Osmanlıca bilmenin ölçüsü de şudur:
Zevk ve haz alarak, mânasını anlayarak Türk dilinin en büyük şairi Fuzulî’nin
divanını, aslî metninden okuyabilmek.
C) Gençlerimize eski İstanbul, Enderun, yüksek tabaka
görgüsü ve edebi öğretilmelidir. İslâm edeb, erkân, görgü, ahlak, fazilet
demektir. Her işin bir âdâbı vardır. Misafirliğin, kapı çalmanın, telefonla
konuşmanın, mektup yazmanın, yemek yemenin, giyinip kuşanmanın, büyüklere ve
küçüklere nasıl davranılacağının, komşuluğun, vatandaşlığın.. İlâ âhirihi.
Son olarak şu hususa dikkat çekmek istiyorum: Vasıflı
Müslüman iyi insan, iyi vatandaş demektir. Vasıflı, iyi, güçlü, üstün Müslüman
öyle kendi kendine yetişmez. Yetiştirilmesi gerekir. Bu da kısa zamanda ve kolay
şekilde olmaz. Rehbersiz, mürşidsiz, üstadsız böyle yüksek Müslümanların kendi
kendine yetişeceklerini sanmak ahmaklıktır.
Allah’ın özenmeden yarattığı hiçbir şey yoktur
... Din ve sistem olarak İslam’ın en büyükten en küçüğe,
evrenselden bireysele kadar uzanan emir ve yasakları arasında güzel, doğru,
kalıcı, yapıcı, mutlu edici, yüceltici, ufuklar açıcı, Allah’a yönlendirici
olmayan tek madde yoktur. Allah’ın yaptığı ve yarattığı hiçbir şey rastgele(1),
ölçüsüz, biçimsiz, gayesiz(2) değildir. “Herşey bir programla yaratılmıştır.”(3)
ve Allah, yarattığı her şeyi güzel yapmaya devam etmektedir.(4) Sanat
ve estetik, Allah’ın fiillerinin ve tecellilerinin ana rengi, asıl karakteridir.
Tesadüf, akılların tartmadığı, hayallerin ulaşamadığı bu muazzam programa
giremez.(5)
Allah’ın sanatlarını O’nun dışında hiçbir güç ve idrak,
bütünüyle tartamaz. İdrakler, bu muazzam sanattan ancak kendine yansıtabildiği
kadarıyla mutlu olur. Bu kadarını bulunduğu topluma yansıtmaya çalışır. Eğer
enerjisi fazla ise birkaç nesle, daha fazla ise nesillere mesajını
ulaştırabilir. Adlarını anmakla mutlu olduğumuz büyük hak dostları Hazreti
Mevlana’lar, Gavsı Azam’lar, rabbani âlimler, büyük şairler, edibler bu
cümledendir ve bunların sanatsız tek sözleri yoktur. Allah’ın
özenmeden yarattığı hiçbir şey yoktur. Ömrü birkaç günü, birkaç haftayı geçmeyen
çiçeklerin renklerine, dokularına, zerafetlerine, inceliklerine ve
zayıflıklarına bakınız. Siz birkaç günlük bir şeye bu özeni gösterir
misiniz? ....
Hattat (1) Mülk, 3 (2) Müminun, 115 (3) Kamer, 49 (4)
Secde, 7 (5) Mülk, 3 (6) Arif Nihat Asya, Ses ve Toprak, s.149’
ALİ
HÜSREVOĞLU



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder