RÖPORTAJ

MEHMED ŞEVKET EYGİ İLE RÖPORTAJ :
‘Vasıflı müslümanlığın gerekliliği; bilgi, aksiyon ve estetiktir’

- Osmanlı’da İslam sanatı zirveye çıkmıştı. Bunun temel sebepleri nelerdir?

- Osmanlı millî bir devlet değildi, bir cihan devletiydi, bir barıştı (pax). Arnold Toynbee “Tarih Üzerine Bir Etüt” adlı büyük eserinin Ispartalılar bölümünde “Eflâtun’un ideal Cumhuriyet’ine realitede (uygulamada) en fazla yaklaşan sistem Osmanlı devletidir” demektedir. Osmanlı devleti Kur’an ve Sünnet temelleri ve hükümleri üzerine kurulmuş olup insan ve yeryüzü boyutlarına uygun bir sanat geliştirmiştir. Mimarlıkta, şehircilikte, giyim kuşamda, serpuşta, hatta, tezyinî sanatlarda, musikide sanatın her dalında en yükseğe çıkmıştır. İslam’a bağlı olduğu için daha ziyade non figüratif sanatlara ağırlık vermiştir. Osmanlıdan günümüze kalan camiler, insanoğlunun yapı ve mimarlık sanatında ulaşabileceği en yüksek sanat zirveleridir. Bu yüksekliğin, bu mükemmeliyetin sebepleri bence şunlardır:

A) Hak ve doğru din ve nizam olan İslam’a bağlı olması, onun hükümlerini uygulaması. Kur’anî ve Nebevî hikmetin ışığında hareket etmesi.

B) İnsanı ve onun mekânı olan dünya boyutlarını ölçü olarak kabul etmesi.

- Günümüzde özellikle dindar kesimi sanat hususunda çok geri ve kötü durumda görüyorsunuz. Neden bu hale düştük?

- Müslümanlar yeryüzünde Allah’ın şâhitleridir; bu şâhitliğin gerektirdiği bir takım temel ve zarurî şartlara sahip olmaları gerekir.Bunları özetle sıralıyorum:

A) Bilgi, kültür, ilim, irfan boyutu yüksek olacak.

B) Aksiyon, ahlak, fazilet, eylem boyutu da yüksek ve yeterli olacak.

C) Sanat, estetik, güzellik boyutuna sahip olacak.

Maalesef Müslümanlar, tarihî ârızalar ve kazalar dolayısıyla şehirli ve medenî bir zümre olmaktan çıkmış, bedevîleşmiştir. Bedevîliği tabiî ki, sosyolojik mânada kullanıyorum. İslam bir medeniyet dinidir, bir büyük şehir/metropol dinidir. Kırsal kesim, taşra, varoş, gecekondu, göçebe kültür ve zihniyetiyle İslam temsil edilemez, islamî hizmet ve faaliyet yapılamaz. Bütün Müslümanların yüksek kültürlü, vasıflı, ehliyetli olması gerekmez ama onların içinde yeterli sayıda böyle eleman yetişmiş olması ve hizmetleri, temsilciliği onların yapması gerekir. İslam elbette bedevîlerin ve kırsal kesim mensuplarının da dinidir ama İslam bedevî dini, kırsal kesim dini değildir.Soruyorum: Göçebeler mimarlık eseri verebilirler mi? Elbette veremezler, çünkü onlar devamlı olarak bir yerde ikamet etmezler, çadırlarda yaşarlar, bir müddet bir yerde otururlar, sonra çadırlarını söker başka yere giderler. İnsanların devamlı oturdukları köylerde büyük mimarlık anıtları olmaz. Böyle şeyler metropollerde, büyük şehirlerde, nüfusu az da olsa medeniyet, ilim, irfan, kültür ve sanat merkezlerinde bulunur, meydana gelir. Müslümanlar bilgi, aksiyon ve estetik bakımından güçlenmek, ilerlemek, üstün olmak, eski parlaklıklarına tekrar kavuşmak istiyorlarsa var güçleriyle yeterli sayıda vasıflı ve medenî Müslüman yetiştirmelidir. Önemli olan kelle sayısı, kemmiyet, nüfus çokluğu değil, keyfiyettir, vasıf yüksekliğidir.

- Bugünkü gerilikten, zilletten, sönüklükten kurtulmak için ne gibi çareler ve çözümler teklif ediyorsunuz?

- İnsan kişiliğinin, fert veya toplum olsun, mutlaka üç temel boyutu bulunmaktadır: Bilgi ve inanç boyutu, aksiyon ve ahlak boyutu; estetik, sanat ve güzellik boyutu. Bunların biriyle, yahut ikisiyle kurtuluş ve yükseliş olmaz. İlle de üçü birden gereken seviyede olacaktır. Tabiî ki, bu söylediğim idareci, yüksek tabaka, temsilci, çoban, rehber zümresi içindir, avam takımı için değildir. Temsilci bir Müslüman düşünelim, bilgisi ve tahsili yeterli, fakat ahlakı bozuk; bu adamdan bir hayır gelmez, o hizmet edemez. Diyelim ki, hem bilgisi var hem de ahlakı güzel, fakat estetik ve sanat boyutu güdük ve yetersiz. Bu ikinci adam da istenilen hizmeti veremez. Müslümanların bütün imkanlarını seferber ederek, her üç boyutta da güçlü ve yeterli olan temsilciler, hizmetkârlar, elemanlar yetiştirmesi gerekir.

Son kırk yılda bu ülkede kırk bin cami inşa edildi ama benim tavsif ettiğim mânada kaç mükemmel, güçlü, vasıflı, üstün Müslüman yetiştirildi? Vasıflı, güçlü, üstün Müslüman kimdir? Bu konuyu açmak için yüzlerce sayfalık ciddî kitaplar yazılması gerekir. Yetersiz ve vasıfsız kimselerin İslam temsilciliğine soyunmalarından daha büyük bir felaket olamaz. Bugünkü gerilikten, zilletten, esaretten kurtulmak için, az sayıda da olsa, çağdaş seviyede genel kültüre, yüksek seviyede İslam kültürüne, şehir ve medeniyet görgüsüne sahip son derece mürüvvetli, faziletli, ihlâslı, ahlaklı örnek Müslümanlar yetiştirecek eğitim müesseseleri, üniversiteler, hocalar yoktur. Birkaç istisna kuralı bozmaz. Paralel ve alternatif bir eğitim sistemi kurmak gerekir. İstidatlı gençleri seçerek, ileride bin kişiye, bir milyon kişiye bedel ve denk olacak bilgi, ahlak ve sanat kahramanları olarak yetişmelerini sağlamak gerekir. Bin tane tekir kedi yetiştireceğimize bir Bengal kaplanı yetiştirmemiz yeğdir. Bu işi yapacak üstadlar, eğitimciler, rehberler, mürşitler var mıdır? İslam dünyasında bu devirde Halid-i Bağdadiler, ondan icazet ve hilafet almış İmam Şamiller, Emir Abdülkadirler mevcut mudur? Bir buçuk milyarlık İslam âleminde bir Selahaddin Eyyubî çapında kimse bulunuyor mu? Devrin Gazalîleri, Şa’ranileri nerede? Bir Mimar Sinan’ımız var mı? Muhyiddin Arabî, Mevlânâ, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî gibi büyüklere sahip miyiz? Maalesef Müslümanlar sayıca artıp duruyor, fakat keyfiyetçe aynı artış ve yükseliş görülmüyor. Bizde akıl, fikir, iz’an, idrak, firaset, fetanet olsa güçlü, üstün, vasıflı bir tek Müslüman yetiştirmek için yüz tirilyon, hattâ daha fazla masraf yaparız. Ne yazık ki, binalara haddinden fazla yatırım yapan Müslümanlar adam yetiştirmek için gerektiği gibi çalışmıyor.

- Tenkitlerinizin yıkıcı olabileceğini düşünüyor musunuz?

- Tenkit etmiyorum, uyarıyorum. Yıkıcı değil, yapıcı teklifler ileri sürüyorum. Peygamberimiz “Övücülerin suratlarına toprak saçınız.” buyurmuşlardır. Sadece kuru kuruya tenkit etmiyorum, çareler ve çözümler teklif ediyorum. Aslında Müslümanları uyarmak vazifesi ve işi bana düşmez. Lakin nizamî medreselerden yetişip icâzet almış ulema kalmadı; tasavvuf yolunda yetişmiş kimseler de yok denecek kadar azaldı. Yapılması farz olan uyarıları yapmak benim gibi kimselere kaldı. Zaten siz istediğiniz kadar feryat edin, uyarmaya çalışın, dinleyen yok denecek kadar azdır. Belki birkaç genç okur, mütenebbih olur ümidiyle yazıyorum.

- Gençlere ne tavsiye edersiniz?

Madde madde belirteyim:

A) İstidatları varsa, Şeriata aykırı olmayan bir sanat öğrensinler. Hat, tezhib, ebru, çinicilik, seramik ve toprak, ağaç işleme, takı ve tesbih, el yapımı kağıtçılık, kağıt boyama ve aherleme, sedef kakmacılığı, maden işleme sanatları, kumaş boyama, el dokuması kıymetli kumaşlar, nakkaşlık, sanat kıymeti olan takke, arakiye, serpuş, İslamî giyim kuşam tasarımı gibi. Bizde eskiden iki yüz kadar geleneksel sanat ve zenaat vardı. Bunların büyük kısmı öldü, unutuldu. Mutlaka canlandırılmaları gerekir.B) Vasıflı Müslüman olmak isteyen her Türkiyeli genç mutlaka ve mutlaka zengin, edebi, yazılı Türkçe’yi, yani Osmanlıca’yı iyi derecede öğrenmekle mükelleftir. Osmanlıca bilmeden köylü, bakkal, işportacı, kasap, esnaf olunabilir ama münevver, yüksek tabaka mensubu, kültürlü olunamaz. Yeterli Osmanlıca bilmenin ölçüsü de şudur: Zevk ve haz alarak, mânasını anlayarak Türk dilinin en büyük şairi Fuzulî’nin divanını, aslî metninden okuyabilmek.

C) Gençlerimize eski İstanbul, Enderun, yüksek tabaka görgüsü ve edebi öğretilmelidir. İslâm edeb, erkân, görgü, ahlak, fazilet demektir. Her işin bir âdâbı vardır. Misafirliğin, kapı çalmanın, telefonla konuşmanın, mektup yazmanın, yemek yemenin, giyinip kuşanmanın, büyüklere ve küçüklere nasıl davranılacağının, komşuluğun, vatandaşlığın.. İlâ âhirihi.

Son olarak şu hususa dikkat çekmek istiyorum: Vasıflı Müslüman iyi insan, iyi vatandaş demektir. Vasıflı, iyi, güçlü, üstün Müslüman öyle kendi kendine yetişmez. Yetiştirilmesi gerekir. Bu da kısa zamanda ve kolay şekilde olmaz. Rehbersiz, mürşidsiz, üstadsız böyle yüksek Müslümanların kendi kendine yetişeceklerini sanmak ahmaklıktır.


Allah’ın özenmeden yarattığı hiçbir şey yoktur

... Din ve sistem olarak İslam’ın en büyükten en küçüğe, evrenselden bireysele kadar uzanan emir ve yasakları arasında güzel, doğru, kalıcı, yapıcı, mutlu edici, yüceltici, ufuklar açıcı, Allah’a yönlendirici olmayan tek madde yoktur. Allah’ın yaptığı ve yarattığı hiçbir şey rastgele(1), ölçüsüz, biçimsiz, gayesiz(2) değildir. “Herşey bir programla yaratılmıştır.”(3) ve Allah, yarattığı her şeyi güzel yapmaya devam etmektedir.(4) Sanat ve estetik, Allah’ın fiillerinin ve tecellilerinin ana rengi, asıl karakteridir. Tesadüf, akılların tartmadığı, hayallerin ulaşamadığı bu muazzam programa giremez.(5)

Allah’ın sanatlarını O’nun dışında hiçbir güç ve idrak, bütünüyle tartamaz. İdrakler, bu muazzam sanattan ancak kendine yansıtabildiği kadarıyla mutlu olur. Bu kadarını bulunduğu topluma yansıtmaya çalışır. Eğer enerjisi fazla ise birkaç nesle, daha fazla ise nesillere mesajını ulaştırabilir. Adlarını anmakla mutlu olduğumuz büyük hak dostları Hazreti Mevlana’lar, Gavsı Azam’lar, rabbani âlimler, büyük şairler, edibler bu cümledendir ve bunların sanatsız tek sözleri yoktur. Allah’ın özenmeden yarattığı hiçbir şey yoktur. Ömrü birkaç günü, birkaç haftayı geçmeyen çiçeklerin renklerine, dokularına, zerafetlerine, inceliklerine ve zayıflıklarına bakınız. Siz birkaç günlük bir şeye bu özeni gösterir misiniz? ....

Hattat (1) Mülk, 3 (2) Müminun, 115 (3) Kamer, 49 (4) Secde, 7 (5) Mülk, 3 (6) Arif Nihat Asya, Ses ve Toprak, s.149’ ALİ HÜSREVOĞLU




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder